Uslu Kıvırcık 1

Her sabah bakkaldan eve gelene kadar aldığım bütün ekmeklerin kıtır yerlerini koparıp yerdim üzerine reçel olarak annemden terlik yerdim. 

Ağzımı tıka basa leblebi tozuyla doldurup arkadaşımın yüzüne yaklaşarak ''papaz'' diye bağırdım. 

Mahallede demir parmaklığı olan Adeviye teyzenin evinin önünden geçerken elime çubuk alırdım parmaklıktan tırrrrrrrrrrrrrrrrrkkk sesler çıkarıp Adeviye teyzenin camdan çıkıp o sopayı sokacak bir yer biliyorum ben aslında diye bagirmasını beklerdim.

 Annem gil misafirliğe gittiğinde perdeden perdeye uçarak tarzancılık oynardim ve kopan korniş yüzünden annemin uçan terliklerine maruz kalirdim..

Hadi beni cennete götür'' deyip namaz kılan babannemin,dedemin sırtına atlardım. 

Okulda kertenkele yakalayıp  boynuna ip bağlar arkadaşlarımın yanında gezdirirdim sonra kızların kalem kutularının içine   atardım.

Buzdolabının ışığının dolap kapalıyken de yanıp yanmadığını anlamak için dolabı boşaltıp içine girerdim.

Apartmanların kapı zillerinin hepsine basıp kaçardım.

Kedinin dört ayak üstüne düşüp düşmediğini görmek için yakaladığım kediyi balkondan aşağı ters atardım. 

Patlak topun içine taş koyup yoldan geçenlere abi şu topa bi vursana deyip adamin parmağının kırılmasını izler sonra arkama bakmadan kaçardım.

Teravi namazında cemaatin ayakkabılarının içine su doldururdum o da yetmezmiş gibi Camii nin elektriğini keserdim, hatta bi keresinda abartıp Camii nin içine torpil atmıştım. 

Bana bir masal anlat BABA

Anlattığın masal hala aklımda baba.. Belki bir Gün bir daha
karşılaşma şansımız varmı acaba diye düşünüyorum. Çocukluğumda olduğu gibi elele
hayalimde beni götürürmüsün uzak diyarlara. 
Babam sensin benim en temiz Rüyam. 
Beni çok severdin ama belli bile etmezdin be baba. 
Ama
beni sevdiğini herşeyinle sezdirdin. Kızgın bakışların bile hala
aklımda bir bakışın yeterdi bana. 
Allah istedi yollarımız
ayrıldı artık bu hayat yokuşunda.
Tek başıma savaşmak zorundayım baba.
 Anıların sözlerinle anlatılmaz bir biçimde her
an içimde. Bastıramadım bir nebze anlamadı kimse. 30 Mayıs salıydı!!!
kimsesizliğin ilk gecesi. 
Eksik olan duyguları bulamadım kimsede. Yapboz olmuş
dünyamda en iyisi sendin baba.
Kara haber çabuk yayılırmış öyle de oldu. Herkesin zamanı varmış seninkisi
azmış be babam. Amcamdan duydum, babam kanuna yenilmiş. İnsan doğar ve ölür ya kanun böyleymiş... 
Önce inanamadım. Hiç birşey duyamadım. Düğümlendi boğazım
yutkunamadım.

On beşimden önce düşünürken seni hayalimde. En güçlü en büyük
her zaman sendin benim gözümde. Ama artık sana ihtiyacım olduğunda
babam deyip koşamıyorum sana. Yağmurlu bir gecede uykudan uyanırcasına
kalktığımda bir dost eli yokki yanımda. Söylesene baba niye aciz kaldım
senin yokluğunda bu hayat oyununda Kurtlar sofrasında bir kuzu rolü verdiler bana. 
Çocukluğumda uçmak isterdim yükseklerde. Ama her istediğim
olmazmış anladım ben bunu şimdilerde..
Yaşım dokuzdu ne bilirdim.
 Büyüdükçe öğrendim. Adımlarımda büyüdü
hayallerimde.. 
Masal kahramanım sen benim canımsın. 
Akmamış kanım vede en özel yanımsın. Biriktirdim herşeyi
kimseye anlatmadım. Duygularım pekişti onlarıda sana yazdım. Allah rahmet eylesin
nur içinde yat BABA.

Bana bir masal anlat baba içinde tüm oyunları kurtla kuzu olsun
şeker ve bal.

Şuursuz benlik.

Hayat nedir?
Biz neresindeyiz diye çırpınırken aslında birçok şeyin bizden çok uzaklarda bizi sallamayarak acımasızca bizi sadece yalnızlığa ittiğini farkettim bugün.bu daha önceleri aklıma gelen birşeydi aslına bakarsan.ama gerçeklerin tokat gibi yüze vurulmasından sonra çıkıyormuş duyguların acısı..

Herşeyin aslında yolunda gittiğine inandığımız noktada birşeyler çekiyormuş bizi kenara ve öğütler veriyormuş..sıkılarak da olsa dinliyormuşuz onların sözlerini.ama kulağımızda öğütler, yüreğimizde sıkıntılar 'nasılsa denesem de olmayacak' diyerek devam ediyormuşuz o karanlık sokaktaki yürüyüşümüze.

Bunlar olurken kalbimiz acılar çekiyormuş. aklımız fırtınalarda savruluyormuş. gözümüz birçok şeyi görmekten aciz olmuş..zamanla anlıyoruz hayatın değil kendi benliğimizin neresinde olduğumuzu..onu anlarken de acı çekiyoruz.

Bilmek her zaman huzur vermiyor insana.fikirleri, davranışları en çok etkileyen şeymiş bilmek.duygulardan kurnazmış bilgi.bazen bilmek ölmek demekmiş.

Sonra sonra anlıyoruz neler yapabileceğimizi. nasıl davranacağımızı. neyin -doğru değil- bizi daha mutlu edebileceğini.meğerse ben yeteneksizmişim çoğuna göre.insanlarla paylaşınca anladım bunu.

Şimdi öyle bir noktasındayımki hayatımın..bir adım atsam düşecek gibiyim.önümdeki yolun sonu uçurum değil. ama hiç de kolay değil. bir sürü dar yol ve çakıllarla dolu. Üstelik ayağımda ayakkabım bile yok...

Hepsi bende hepsi


Yaşam neyden ibaretti! yada hayata anlam katan neydi. Peki neydi geride bıraktıklarım, yada gelecekde beni neler bekliyordu. Yaşam neden acı veriyorki, isteklerimden neden bu kadar uzaklaştım, neden nedenlerle boğuşuyorum ve neden hiçbirşeyden zevk almıyorum. Bu bir kaos muu?! İçimde kaoslarla mı boğuşuyorum, 
anlamsız herşey, anlamsız cümleler, haykırışlar, 
anlamını kaybetmiş içimde herşey,
anlamsızlıklar diyarında geziyorum, avare avare.. 
yalnızım şimdi, yalnız kalmak istiyorum aslında,
zaten silmişim bir çok şeyi içimde,
Peki ya neden bunca şey bilmeme rağmen hiç birşey bilmediğimi düşünüyorum.!!
Eski çocukluğumdaki günleri aramakdan sıkıldım.
keşke büyümeseydim diyorum, her gece, hemde binlerce kez!!
dediğim tek keşke bu hayatım boyunca,
keşkelerden nefret ederim çünkü hic sevmem !!
bilinmezlikler yalnızlıklar,
anlamsızlıklar yok oluşlar,
hepsi bende hepsi,
kurtuluş!!! O da bende onuda biliyorum....

Sildim beni üzen herşeyi

Tüm kırgınlıkları bir kenara attım bu gece.. Sildim beni üzen herşeyi... Penceremin kenarına oturup yıldızları seyrettim saatlerce. Kendime bir yıldız seçip yanındakilere de sevdiklerimi yerleştirdim. Herkesi ama herkesi, komşunun bebeğinin bile bir yıldızı vardı benim gökyüzümde...

Sonra tam benim yanımda bir yıldız daha farkettim ama adını koyamadım onun.. Düşündüm bu kim diye bulamadım hatırlayamadım! Eksik yoktu işte ailem arkadaşlarım hatta sönük yıldızlara eski dostları koymuştum... 

Hayatımdaki herkes oradaydı ... Ama o yıldız! Hem de bana bu kadar yakınken... İsimsiz kalmıştı. Sonra telefonum çaldı. Nedenini anlayamadım ama hiç heyecanlanmadım göz ucuyla baktım kimmiş diye.. Bilmediğim bir numara! Biraz tanıdık geldi ama pek de umursamadım..Gökyüzündeki hayatıma döndüm ben ve isimsiz yıldız hala oradaydı, yine düşündüm yine bulamadım kim olduğunu!!

Radyoda en sevdiğim şarkı çalmaya başladı. Ama bu şarkıyı neden bu kadar çok sevdiğimi hatırlayamadım! Sanki birine dair birşeyler vardı.. bulamadım! Yıldızlarıma baktım belki bu şarkının içinde kimin sakladığını bulurum diye o isimsiz yıldız göz kırptı bana! Herşeyi herkesi düşündüm... Dinlediğim şarkıları okuduğum yazıları yürüdüğüm yolları sakladığım umutları... Hepsinde aynı his vardı hepsinde aynı sıcaklık! Ama kimi taşıyordu bu kadar anı, kimdi hayatıma böylesine işlediği halde hatırlayamadığım! Kimdi gökyüzümde bile yanıbaşımda durduğu halde adını koyamadığım!


Herşeyi bir kenara bırakıp...Bugüne kadar benimle olan ama bugün yok olanları düşündüm! O yıldıza baktım göz kırptı bana yine.. Bir an aklıma geldin! Sonra kırgınlıklarımı kızgınlıklarımı beni üzen herşeyi sildiğimi hatırladım! Doğru ya beni en çok üzen sendin! Tüm kırgınlıklarımın içinde sen vardın.. Onları bir kenara attığımda yok saydığımda sildiğimde... Seni de çıkarmıştım hayatımdan! Numaranı bile tanıyamadım o yıllardır ezberimde olan numarayı... Ya yıldıza ne demeli.. Benim yanıbaşımda bir görünüp bir kaybolan tabi ki sendin.. Nasıl unuttum ki!!!
Sildim...
Ve
 Sadece sonsuzluğa doğru kayan bir ışık gördüm...!!!


Seni seviyorum diyemedim!!!Özür dilerim.

Öyle bol keseden atar gibi seni seviyorum diyemedim sana, 
Özür dilerim.  
Belki en büyük hatam bu oldu bu aşka karşı, ama gel gör ki en büyük gayem, amacım, hatta yaşam sebebim seni mutlu edebilmekti. Biliyormusun çoğu kez cebimdeki son paramla en sevdiğin meyveyi aldım sana,  çünkü bilirdim çok severdin dayanamaz yerdin, sen yerdin ben mutlu olurdum. Mutfağa girmemi ne çok severdin, sırf bu yüzden yemek yapmazdın, ve ben işten gelirken deli gibi bu akşam ne yemeği yapsam diye düşünürdüm. Biliyorsun demi haftanın 4 günü mutfağa girerdim. Yemeklerin içine hep sevgimi katardım sonra afiyetle yerdik.  Hatirlarmisin hep kizardim sana duştan çıkınca üzerine birşeyler giy hasta olacaksın diye, sen öyle gezinirken evde ben içimden dua ederdim, Allah'ım ne olur hasta olmasın diye..Uyumadan önce dudaklarımdan dökülen ilk Duam dın.. hani derler ya uyuyanın üzerine kar yağar mış diye işte bu yüzden her gün gecenin bir yarısı uykumdan uyanıp belki üzerin açılmıştır  üşüme  diye kontrol ederdim seni. Sabah gözümü açtığımda ilk sana bakardım,   o an içime tarifi imkansız bir huzur dolardı, sonra sessizce   Allah'ım ne olur onu koru kolla o  senden sonra benim tek varlığım derdim. 
Uykuyu sevdiğin için üzerimi sessizce giyer, merdivenleri parmak uçlarımda inerdim, kapıyı yavaşca kapatıp evden çıkardım...
Allah'a emanet ederdim seni, işime giderdim.
Dedim ya öyle bol keseden Seni seviyorum diyemedim.


ÖZÜR DİLERİM......

O Kadın.



Radyoda çıkan şarkı yine götürdü beni senli derinliklere... 


Yok bir sitemim hayatta herşey kısmet 
Soldu gençliğim ömrümü aşkla ziyan ettim.. 
Ağla gönlüm nasip değilmiş vuslat 
Rahat uyu yar sana hakkımı helal ettim!!! 
Diyordu Özcan Deniz. 


Bekleyişlere yükledim sevdamı..Sonu olmayan nice çaresiz zamanlara...Gün gelip bitersek ki "bittik"... "Rahat uyu yar sana hakkımı helal ettim".... Çünkü sana olan güvenim bileceğin gibi değil, hayal bile edemeyeceğin kadar fazla idi.. Geçmiş zaman kiplerini oldum olası sevmem ama sen söylemeye mecbur ettin beni.. Güvenir İDİM gözüm arkada kalmazDI.... Ve daha niceleri, niye şimdi söyleyemiyorum bunları? Dilimi bağlayan şey ne? Sorular sorular...Bitip tükenmeyen ve cevabını bir türlü bulamadığım yada senin söylemeye KORKTUĞUN cevapsız sorular... 

İçimdeki hayaller kördüğüm olmuşken birde özleminle uğraşıyorum..Hayat ilerlerken bir şekilde bende alik alik bakıyorum... Zamansız zamanlar içinde kayboluyorum,canım yanıyor arada hemde fazlasıyla..Peki hakediyormuyum bunları?? Herkesin haketmediği şeyler var değil mi?? Aynı senin benim aşkımı haketmediğin gibi.... 

BÜYÜDÜM ARTIK...ALIŞMALIYIM BİRŞEYLERE... OLMAYIŞINDAN BAŞLAYABİLİRMİYİM??

Minik bir Hayal işte. . .



Böyle bembeyaz, huzur kokan bir odada olsam.. Pinhani çalsa.."Beni al.." Açık camlardan hafif bir rüzgar dolsa odaya, ılık ılık.. Beyaz bir gömlek olsa üstümde, tenimi saran.. Koltuklar beyaz, mumlar beyaz, oda beyaz, herşey bembeyaz olsa.. Çünkü tertemizdir beyaz, kir tutmaz... 

"Bir zamanlar ne kadar mutluymuşum beyazlar içinde.."

Siyahımı soyunmuş olsam artık, yine mutlu olsam..

Ayakta, yüz yüze dursak mesela.. Ellerin ellerimi tutsa.. Dudaklarına ulaşsam.. dudaklarından öpsem, saçlarından..
Sarılsan bana sımsıkı..
Bırakamasan..
"Seni alsam kucağıma.. Bacaklarını belime dolasan..
Dans etsek, gözlerim gözlerinde. Ve şarkı hiç bitmese, biz hiç durmasak.. Sonunda yorulsak, daha da beyaz bir odaya geçsek.. Yatağımız kocaman olsa, kendimizi okyanusta sansak.. Tatlı bir yorgunlukla yan yana uzansak.. Odayı üç beyaz mum aydınlatırken, beyaz bir gömlek düşse yere.. Gözlerimi kapasam..
Gözlerimi açtığımda, odaya sızan güneş ışıklarının aydınlattığı, bana bakan yüzünü görsem.. Yumuk yumuk olsa yine gözlerin.. Saatlerdir öylece beni özlediğini bilsem..
Beyaz kadar sonsuz bir evde, bembeyaz bir aşkı bölüşsek her gün, her gece. . . 

Sen de beni sevsen. . .

Özlediğim kadar Sen’sin.. Sevdiğim kadar Ben’sin..

Hüzünbaz hüzünleri unut.. Ayak diblerine kök salmış siyahı da.. Koş yeni demlenmiş yürek demime.. Sokul ve mevzilen gözlerime.. Şarkılar sustu biliyormusun.. Söz sırası artık bizde.. Erişmese de ellerimiz ellerimize, üzülme bir yolumuz var özleminde yürüdüğümüz.. Çilekeş bir sonbahar yaprağına özensin gözlerimiz.. Aynı tende, aynı gölgede yürümese de düşlerimiz, aynı sevdanın ıslak cümlelerinde büyüsün adımız.. Ne fark eder ki.. Ben sendeyim... Sen bende... Bükülse de cümlelerimiz, sökülse de alfabemiz biz bir cümleyiz:
Sen ve ben...
İki harf bir cümleden ibaret mutluluk...
Şimdilerde büyüyor içimde ölen bir çocuk.. Yarım değil artık cümlelerim.. Mutluluk fiilinden umut deryası cümleler kuruyorum mavilere.. Rüzgarı omuzlarıma alıp bulutlara yeni göç yolları buluyorum.. Biliyorum her yol yine sana... Biliyorum her söz yine sana.. 

Unutma;
Özlediğim kadar Sen’sin..
Sevdiğim kadar Ben’sin..
Sen:
Hep nefes al emi..

Hangimiz Sevmedik...



Göndermeyeceğim bir mektuba başlıyorum yine. Yine bir yola koyulmuş düşlerim, attığım her adımda sayıyorum kaldırım taşlarını.  Sonra birleştirip up uzun bir yol yapıyorum kendime, ve yine sana çıkıyor bütün yollar.. 
Henüz terk etmemişken şehrimi, akılma düşüyor şimdiden bıraktığım sıcak ellerin.
 “Hangimiz düşmedik kara sevdaya
Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi
Hangimiz bir kuytu köşe başında
Bir vefasız için yol gözlemedik mi ...”
çalıyor fonda ve ben tüm gece kendi kendime bunu mırıldandığımı hatırlıyorum, gülümsüyorum. 

Dilimden düşmeyen bu şarkının bulması gibi beni burda, tüm bunların da henüz bilmediğim ve belki de hiçbir zaman anlayamayacağım birer sebebi vardı. Ve hepsi seni taşıyordu üzerinde. Hepsinde sen barınıyordun en çok, sebep sen olmasan da. 
Yine şekersiz yudumladığım çayım boğazımı yakıyor ve fark ediyorum ki ellerimde kalan tadından tat alıyor. Henüz kokun uçmadı üzerimden. Görsen, hala sıcaklığın ısıttığın ellerimde. 

Sabaha başka bir iklime varmış olacağım. 

Eve çoktan varmış olmalısın. Uzatmış ayaklarını bilmem hangi filmi izlerken televizyonda düşünmüyorsan eğer beni, kulakların çınlasın. Aklındaysam şayet, düşsün ateşim yüreğine ve hisset(!) nasıl da seninleyim ben. 

Artık uyumalıyım... 

Göz kapaklarım geçen geceden de kavuşamamışlığın ağırlığını barındırıyor kirpiklerimin arasında. Hem başka bir iklimin davetlisiyim sabaha, başka yüzlerin. Hazırlanmalıyım. 

Üzülme sen, sakın.. 
Yumduğumda gözlerimi, dopdolu olacağım seninle. 

Saklısın orda, ne olur üşüme...

Yok sa benmi şapşalım :/

Bloglarda  yazılanlara bakıyorum da hayata dair tüketmediğimiz hiçbirşey kalmamış. Ask, yalnizlik,  ergenlik başkaldirişlari,…vs, vs... Tüm haylazların ve kalbi kırıkların bir duvar önünde toplatılıp “hadi yazın bakalım ilk aklınıza geleni” denildiğinde yaptığı şey gibi bu. Duvara içini yansıtmak. Bir şehrin grisinde de var bu. Kayalara birşeyler yazmış insanlar. Ne olduğu okunmuyor yalniz. Merak edilecek bir yani da yok zaten. İnsanca hezeyanlar işte... Neden mutlu olamiyoruz acaba? Tatmin olmadığımız dan mı? Peki niçin tatmin olamiyoruz, inancimizi (her ne olursa olsun) yitirdiğimizden mi? Yoksa inanmiyormuyuz artik hiçbirşeye? Tükendiği, tükettigimiz için mi? Çok fazla önemsediğimiz yada önemsendiğimiz için mi “insan” olarak? 
Yoksa tum bunlar yeşillik olsun diye mi? Kendini bilmezlikten mi? Cok fazla boş vakte, ya da tamamiyla boş vakte sahip olmaktan mi? Kısacası neden huzursusuz? Neden sevinemiyoruz, neden dengesizce gülüyoruz? Ben mi böyleyim sadece, yoksa bütün insanlarin kaderi mi bu? Yoksa tüm bunlar normal de, ben mi yanlış anlıyorum? Bana mi anormal? 
Aman Allah'ım yoksa benmi şapşalım...

Aciz bir kul...

Dergâhındayım, açtım ellerimi yakarışlarımın senin katından geri çevrilmeyeceğine inanarak, bilerek ve can-ı gönülden isteyerek…
Sensin "Duâ eden yok mu, duâsını kabul edeyim, benden isteyen yok mu istediğini vereyim diyen, işte bunu bilerek geldim kapına dilim lal, sinem püryan, gözlerim yaşlı, içimdeki sızımla...
Ümitliyim affedersin diye bir o kadar da korkuyorum, ya affetmezsen?

Korkuyorum Rabbim… Kullarının arasında girememekten, isyana düşüp sana asi olmaktan, Rahmetine mazhar olamamaktan korkuyorum, azabından yine sana sığınıyorum. Ve hep dualarımı şu sonla bitiriyorum, sen kabul et…
¨Ya Rab günahlarımı(zı) affet, b(izi)eni kendine kul kabul et...

Güzel Allahım !
Seni anan, seni anlayan ve seni anlatan mübarek kullarından eyle beni. Dünya meşgalesine dalıp, ahireti için çalışmayı bırakanlardan eyleme, dünyada ve ahirette saadete erdir.
 Şeytanın şerrinden, nefsimin kötü istek ve arzularına riayet etmekten sana sığınıyorum, beni şeytanla, şeytanlaşmış insanlarla bir lahza baş başa bırakma ve bunların şerrinden beni muhafaza eyle...

Allahım!
Her şey sana karşı yoklukta ve her şey seninle varlıktayken; beni senden mahrum etme Allahım… Beni yoklukta bırakma, kendini yok edenlerden eyleme…

Aciz Bir Kul..

Mutluyum ve Umutluyum

Şimdi mutluyum...
Ya da ben öyle zannediyorum,
En azından mutsuz olmam için bi sebep yok bunu biliyorum...
Aslında mutlu olmak için bi sebep olur mu onuda bilmiyorum...
Mutlu ilan ediyorum işte kendimi...
Hedeflerim gözümün önüne geliyor,
Gülümsüyorum...
Bir çocuğu sevindiriyorum bazen,
Ya da anneme yardım ediyorum,
Babama hak veriyorum,
Kardeşimi daha çok seviyorum...
Kendime çikolata alıyorum...
Yağmuru izliyorum,
Islanıyorum,
İliklerime kadar ıslanıyorum...
Kaçmıyorum...
Korkmuyorum...
Seviyorum...
Mutlu olduğum için değil...
Öyle istediğim için...
Şuan mutluyum...
Ya da ben öyle zannediyorum...
Ne fark eder ki...
Ne kadar sürer hükmü bu yazının...
Geçmişle ya da gelecekle ne kadar bağlantısı olabilir?
Mutluyken yazı yazmak hakkında nasıl bir düşünce olur bu yazıdan sonra...
Ne farkeder ki...
Bu bir ACI yazısı değil işte...
Mutluyum...
Umutluyum...

Ah şu yazılar.

Yazılar yazılar yazılarr..
Ah şu duygularımızın sesi olan, kimyası yürekten yükselen yazılar...
Aslında yazılacak öyle çooook kocaman şeyler varki aklımda..
Ama hangisi aklımdan firar edip  dile gelecek bilemiyorum. 
Bitmiyor, sonu gelmiyor hiç birinin ve hiç bir şeyin..

Kafamda bir yığın kelime..Filler, Keçiler, tilkiler, sıfatlar, ait olma ekleri..Gidişlere yakışacak kelime grupları, kaçak hep...

Acı..
Adını yüreğinde koyduğun, doğmamış bir çocuğun ve onunla ilgili bütün hayallerin çalınması. 
İçimde kanayan bir iç kanama benimle ömür boyu yaşayacak..

Yalnızlık..

Gece üzeri açık uyuyan bir çocuğun Annesizlikten üşümesi..Karanlığa alışan gözlerimin boşluğa eyvallah edişi..


Yas..

Ölüm gibi ayrılıklar ardından henüz 40' ı çıkmamış...

Umut..

Çaresizliğin daniskası..

Aklıma  gelince;

biraz ağlim mi?
yoksa  her zaman ki gibi
soğanmı soyayım?

Son Nefes

Söylesene ne kadar vaktimiz kaldı, ne kadar yaşayacağız daha?
 Peki söz verebilir misin yarına?
Garantimiz var mı fazladan bir soluğa?
Ya bu son dokunuşumsa dudaklarına, ya göremeyeceksem seni bir daha !
Ne yapardın aldığım nefesin son olduğunu duyunca ?
Nasıl bakardı gözlerin, neler yazardı ellerin, ne söylerdin son solukta ?
İnsanoğluyuz, ömrümüz ezanla namaz arası kadar kısa.
Belki de çıkamayız sabaha...
Kırma, kırdırma en güzeliyle anı yaşa !
Bak çok uzaklardasın, hatta taa uzaklarda...
Göremiyorum seni, duyamıyorum sesini, dokunamıyorum göz yaşlarına.
Oysa ölüm var hepsinden de fazla.

Kırma, ne olur kırdırma...

insan olmak - yada olamamak...

Yalnızlık, nedir diye sorsalardı. eminim milyonlarca insan tam bir tanım yapamazdı.
yalnızlık, fiziken tek olmamıdır? Yoksa fiziklerin arasında kaybolmamı dır?

Peki hayat denilen bu septik kargaşada, insan yalnız mıdır? yoksa antiseptik mi düşünür, konuşur ve yazar...

insan konuşurken susar, ağlarken güler, severken nefret eder mi hiç?
İnsan; 
Yaşarken ölürmü, karanlıkta karanlık, aydınlıkta aydınlık mı arar?

Sadete susamış bir kök misali indikçe derinlere, bırakırmı tüm benliğini geride...

Yaşa yaşa yaşa ey insan!

arz-ı endam et dünyada.! Sadece nefes al, ver...

Kartanesi = Gam-tanesi...


Civa termometreye gömülürken; sıcaklık sıfırın altına, 
anılar buz tutmaya mahkumken, acılar hala çok sıcak...
Kahvemi alıp bide sigara yakıp balkona çıkınca 
kartanesini bekliyor gözlerim.. 
Hayır hayır 'Gamtanesi'ni...
Bi zamanlar o kartanesiydi, bi zamanlar işte yine kış kapıdayken,
'onsuz yapamıyacağım biri' olsun derken... 
Arayıştı belki de.. ama gözbebeğimde parlayan birinin olması gerekliydi. 
ya da değişmek, ya da kendi kendine yeten biri olmaktan vazgeçmek, 
ne bileyim gerekliydi işte...
Gerektiği gibide oldu, o geldi. 
Elveda derken güz, hava buz ve ilk karın yağdığı gün "o gün"... 

O sabah yine soğuğa aldırış etmeden çıkmıştım evden, 
zaten hiç aldırış etmedim ben soğuğa, 
belkide bu yüzden alıştım ben soğuk olmaya! 
Nefesimin buharına birde sigara dumanını ekleyip ilerliyorken, 
sigaramın bitmesi için yakındaki dolmuş durağını es geçip 
uzaktaki dolmuş durağına yaklaşırken gördüm onu. 
Dolmuştum, durmuştum! 
Onsuz yapamıyacağım biri o olmalıydı... 
Tarihte ilk defa sigara hayat vermişti(!) .
Aynı duraktan aynı otobüse binip aynı yolları gittik, 
buraya kadar herşey tesadüftü ve aynı durakta inmek 'zorunda kaldım', 
belkide kapıya yakın olduğum için bir anda inmek istedim, 
ya da kader beni itti...
Ve yılın ilk kartaneleri düşmeye başlamıştı, inanılmaz bi andı, 
sanki bi filmden bi kaç dakikayı kesip hayatıma eklemişlerdi. 
Ve yine o anda 'kartanesi' dedim içimden. O kartanesiydi...
Tanışmamız uzun sürmedi, hergün o duraktan bindim otobüse,ve belki bugün yanıma oturur ihtimalini artırmak için yapmadığım kalmamıştı.
Bir haftadan uzun sürse de olmuştu sonunda, yanıma oturdu, 
canıma, yüreğimin en ortasına...
Ve o günden sonra bir yıldan fazla kar yağdı kalbime, kartanesi girdi içime...
Hani varya o klasik tabir; herşey iyi gidiyordu. 

Ta ki; ben soğuyana kadar. 
Ben hep böyleydim çünkü, kaygılarım, şizoid hallerim, 
'yalnızsam üzecek kimsem olmayacaktı' anlayışım,
kendi kendime yetmeye karar aldığım o anlar gibi, 
yalnız ve soğuk! O kartanesiydi, ben de belki bu yüzden soğuk...

Sonra 'avuçlarına al beni' dedi. 
Nasıl olurdu be kartanesi,Ya üzülürsen? Ya üzersem seni? 
Ya erirsen? ...

Avuçlarımda eriyen bir aşkım olmasın diye, yüreğimde kanayan bir iz bıraktım...

Ve artık adın Kartanesi değil,
Elveda GamTanesi... 

Kadınım

Tanı beni kadınım hiç acele etmeden hiç sorgulamadan sadece ağzımdan çıkanlarla içimden geçenlerle anla beni..
Yalnız beni tanı,yalnız benim ol ve yalnızca beni sev... Bakma sert olduğuma bakma sağa sola kızıp sana çattığıma ve izle beni sadece.Hiç konuşma ; sabırla sevgiyle çöz beni. Beni tanı ve içimdeki seni tanı.İçimde yaşattığım beslediğim ve büyüttüğüm aşkımı ve sevgimi gör.
Bazen bir yabancı ol bana bazen en içten bir dost sevgisiyle, ve bazende en sadakatli sevgili olarak dokun bana....
Yeterki sen ol, sırdaşım ol, dostum ol, kadınım ol, yabancım ol...

Yabancım ol tanımak istediğim
Dostum ol başımı göğsüne yasladığım
Ve kadınım ol bir gülüşünde bir bakışında
Dünyaların benim olduğu...

Anlamak istiyorum seni.Senin gibi düşünmek istiyorum cesur ve bir o kadarda temkinli...Kendini bana anlatma sakın; yavaş yavaş keşfetmek istiyorum bütün hazinelerini, bütün düşüncelerini hayata bakışını ve nasıl bana o kadar sevgi dolu gökyüzü gibi mavi mavi baktığını...


Seslen bana en güzel aşk isimleriyle kendi taktığın hoş lakaplarla ve sev beni sadece sesinle..Kulağımdan kalbime insin sesindeki gizemli sevgi...Hissetmek istiyorum sesinin titremelerini bana aşkım canım derken...Ve Sana seni seviyorum dediğimde anlamak istiyorum yüreğindeki mutluluğunu...

Usulca yaklaş bana ve yavaşça dokun titremelerime aldırma..Ben başımı yaslıyayım göğsüne sen saçımı okşa..Uyumak istiyorum orda en huzurlu yerde, Senin yanında Seninle baş başa...
Aşk sarhoşu yap beni her sözünü beynime kazıyayım konuşmayayım karşında..Sadece Sen konuş ben gözlerine bakayım yeter..Gözlerimde ara cevaplarımı sözlerimi...

Dokun...
Hissetmek istiyorum seni.
Okşa yüreğimi yavaşca ve şefkatli.
İçmeden sarhoş olayım seninle
Dilim tutulsun konuşsun sadece gözlerim
İyi bak onlara anla ne dediklerini...


Ayarsız Ruh...

Uzağındayım bu gece, yalnızlığımın yatağındayım aldatıyorum seni...
Kaybetmelerin ülkesinde bir kralım artık ben, 
Benden başka kimse yok bu ülkede, kralda benim dilencide benim...
Ya da ben, ben değilim...
Nasıl olduğumu düşün işte az çok anlamaya çalış 
Ben hoşçakalmadım sende hoşçakalma.. 
Görüşemiyeceğimizi bile bile GÖRÜŞÜRÜZ diyorum...

Ütüsüz Hayaller

Seni tanıdığımda gardolabında ütüsüz satırların vardı. Ertelenmiş geçiştirilmiş ya da zamana ötelenmiş rüyaların vardı..
Karanlığa çaldığın, lakin tutmamış bir sabah yağmuru vardı kirpiklerinde birikmiş. 
Kıyısızlık dururken yüzünde dağların arsızlığı vurmuş sevda rengine..
Kaybetmişliğin rengi siyaha çalarken koynuna döşenmekteydi ayrılık trenlerinin gri sirenleri..
Bir yanı üşümekteydi ellerinin diğer yanı ise idam sehpasındaki urganı düğümlemekteydi..

Seni tanıdığım zamandı gölgelerin karanlığa başkaldırışı.
Biz ki acıya bağdaş kurmuş iki zamandık susuşlara meyilli. 
Birbirine hiçbir zaman kavuşmayacak trenlerin tek suçlusuyduk. 
Sevdaya itham edilmiş romanların katili yüreğinden sızan kanları susuz toprağa ifşa edilen iki hükümlüydük..
Biz ki hüzne örülüydük..Sonra sırtlarımızı dayadık birbirimize. 
Kalabalıkların arasına iki kırık bedenle yürümektense; bir kız çocuğuna renkli balonlar alma suçuyla ölmeyi tercih ettik .. 
Kavganın ortasında gölgenin avucuna, karanlığın sabahına bir filiz ekmeye yemin ettik biz..

Günahlarımıza tövbe diye değil GÜL'ün dilsiz duvağına dua saflığı katmak için aynı safa durduk. 
Ayak uçlarımıza dökülen gözyaşına biz umut ilave ettik, ta ki bu iki beden bir canda vücut bulana kadar...
Çünkü bizim ekmeğimiz; hayata hüzün miktarı ölüm.. ölüme ise bir dua miktarı hayat katmaktı. 
Ey hayat rengine bürünmüş gözlerimin sahibi,
Sırça bir köşke denk gelmese de düşlerimiz biz yine de yürüyelim elimizde bir kutu çikolata ile. 

Gardolabında ütülenmeyi beklese de satırların, eselim bir deli rüzgarın peşinde. 
Durma Hadi gel... Üzerimdeki tüm sıfatları çıkardım..
Sadece seni giyindim.
Suretimi de bıraktım geçmişime / aslım sadece sana ait…
Gayri senin yürek rahmine düşmekte nüfusum..
Soyundum benliğimden..
Unutuldum bendeki bensizliğimden..
Düşüyorum kendimden..
Tut beni yüreğimden,Tut ne olur kendime ait kirpiklerimden..
Yolumuz uzun.. lakin susuzluğum aşikar..
Suskunluğuma aldanma, birazdan unutulmuşluğum azar..
En iyisi ölüm beni yakalamadan,
Varlığına kat beni...
Adın miktarı büyütüyorum seni...

Uzaktan sev beni. E mi...

Elimi tuttuğun gün, beni sevmeyi bıraktığın gün olmasın.
Tenime dokunduğun gün, ayrılık yolunda ilk adımı atanlardan olma sakın.
Kapıma getirdiğin güller o gün tükenmesin. Alışılmışlık ve elde edilmişlik sendeki beni tüketmesin sevgilim.
Ağla demiştim benim için hatırlıyor musun? Acı bir itiraf ama evet benim için kimse ağlamadı ki. Hep gülsünler istedim sevdiklerim. Hep mutlu olsunlar benimle.
Sevdim. Çekinmedim söyledim. Sevdim tutkuyla bağlandım. Sonra benden çalanlar çaldıklarıyla çekip gittiler hayatımdan.
En çok istedikleri ben, üç buçuk günde bıktırı verdim onları.
O kadar kolay terk edenlerden olma sen e mi. O kadar kolay terk edilen beni sen  kolay terk etme…
O yüzden uzaktan sev beni… 
Tutma ellerimi, bayramdan bayrama gör yüzümü ya da gördüğün gün bayram olsun e mi?
Sen bilmiyorsun. Derin acıları var yüreğimin. Kibir değil bu gördüğün. Senden saklanmak hiç değil.
Belki tutkunu görme arzusu, belki yine terk edilme korkusu…
Sen beni uzaktan sev…
Tutma ellerimi, öyle uzun uzun dalıp gitme gözlerime. Yüreğime akma ılık ılık.
Mektup yaz, mail at, sms gönder, sıcak çikolata içelim kışın son kalan gecelerinde…
Sonra yanıma gel, dizlerimin dibine.
Öylece dur. Işığı açık bırak, kapatma perdeleri…
Bir yudum öp, bir yudum da demlediğim çaydan iç. Bisküvi, pasta, kurabiye… Ye ve git.
Hadi evine git… Uslu bir kız ol e mi?

Yakın olanların hepsi çekip gitti. 

Ne olur sen bari uzaktan sev beni…

Masum Çocuk


Umudun gölgesinde Yaşamak gibidir hayat...Yılların hüznünü taşır mevsimler.... sattlerin hıçkırıklarını,, günlerin boşvermişliklerini, ayların koşusturmasını derken mevsimlerin hüzünlerinı getirir ardından KOSKOCA ZAMANNN.. Hoyratcasına yaşadıgın hayatın hüznü ve daha fazlasını GETİRİR... Yaşadıkların, yaşayacakların ve dahası.. yaşanmışların önüne geçmesiyle biter çoğu zaman YAŞANACAKLARIN VE SENİN OLMAMIŞLARLA DEVAM EDER....

ASLINDA masum olmadığımızı anladığımız da başlar çoğu zaman herşey...
SENİ ANLATINCA BAŞLAR MEVSİMLERR...


KAN TER İÇİNDE UYKULARINDAN UYANIYORSAN EĞER
HER GECE....
YANLIZLIK SEVGİLİ GİBİ BOYLU BOYUNCA UZANIYORSA 
KOYNUNA.......
OLUR OLMAZ YERE ISLANIYORSA KİRPİKLERİN ARTIK HERSEYE...
ANNENİ DAHA SIK ANIMSIYORSAN HATTA ANLIYORSAN....... 
KALBİNİ BİR MEKTUP GİBİ BURUŞTURULUP FIRLATILMIŞ
KENDİNİ KİMSESİZ VE ERKEN UNUTULMUS HİSSEDİYORSAN
İÇİNDEKİ ÇOCUĞA SARIL SANA İNSANI ANLATIR.......
ELLER GÜNAHKAR DİLLER GÜNAHKAR BİR ÇAĞ YANGINI BU.......
BÜTÜN DÜNYA GÜNAHKAR.....
MASUM DEĞİLİZ HİÇ BİRİMİZ....

Masum olmadığımız için mıidir yalnızlık..... yoksa günahkar olduğumuz için mi... yalnızlık senin midir benim mi.... senin mabedinin oyunu mu yoksa sahip olamadıklarımızın mı.......Yalnızlık mıdır bizi kimsesiz yapan yoksa masum olamayışımız mııı..... MASUM DEĞİLİZ çünkü kendi hayatımız üzerine oyunlar yazarken başkalarının hayatının da oyuncusu olduğumuzu unuturuz....İÇİNDEKİ ÇOCUĞA SARIL ÇÜNKÜ MASUMİYET ARADIĞIMIZ..sensin aradığımız..seni bulmakla başlar herşey...Çünkü HİÇ BİRİMİZ MASUM DEĞİLİZ......


Üzülmenin boş olduğunu anladığımız zamanlarda başlar çaresizlik..... bir yangındır içindeki çaresizlik..Büyüdükçe büyür umutlarımız dahası umduklarımız... en ağır enkazlardan sıyrılmıştır hayattan elinde kalanlar...yaşanması gereken hayatlar kalmıştır...Şimdi içindeki çocuğa SARIL çünkü hiç birimiz masum değiliz...masumluğu çalınmış birer çocuğuz aslında......